27 Mart 2012 Salı

Heybeliada Ruhban Okulu açılıyor


ABD Başkanı Obama’nın, Seul’de Başbakan Erdoğan’la yaptığı ortak basın toplantısındaki, “Başbakan’ı Türkiye’de dini azınlıkları koruma konusunda sarf ettiği çabalar için tebrik ettim. Büyükada Ruhban Okulu’nu yeniden açma kararını duymaktan memnun oldum. Tartışmalarımız açıksözlü ve dürüsttü, işbirliğimizi de çok takdir ediyorum” sözleri Atina’da heyecan yarattı. Yunan basını bu açıklamaya geniş yer ayırdı.


NÜKLEER Güvenlik Zirvesi için geldiği Güney Kore’nin başkenti Seul’de Başbakan Tayyip Erdoğan ile görüşen ABD Başkanı Barack Obama’nın ortak basın toplantısında açıkladığı “Büyükada kararı” Yunanistan medyasında geniş yer buldu. Türkiye ile Suriye’den Afganistan’a, PKK ile mücadeleden Somali’ye dek geniş bir alanda işbirliği yaptıklarını belirten Obama, açıklamasını şu sözlerle bitirdi: “Başbakan’ı Türkiye’de dini azınlıkları koruma konusunda sarfettiği çabalar için tebrik ettim. Büyükada Ruhban Okulu’nu yeniden açma kararını duymaktan memnun oldum. Sonuçta geniş bir yelpazeye yayılan meselelerde sık sık mutabık halde olduğumuzu gördük. Tartışmalarımız açıksözlü ve dürüsttü, işbirliğimizi de çok takdir ediyorum.” Atina Haber Ajansı’nın (ANA) görüşmeden bir gün  sonra, dün saat 09.30’da yayına koyduğu habere tüm Yunan medyası atıfta bulundu. İstanbul Fener Rum Patriği Bartolomeos da Sosyalist Enternasyonal toplantısı için geçen hafta Türkiye’ye gelen Yunanistan’ın eski Başbakanı Yorgo Papandreu ile görüşmesinde, “Kısa bir süre önce ziyaretimize gelen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ‘Ruhban Okulu’nu açalım’ dedi. Ruhban Okulu’na önümüzdeki yıl başlarında açılacağına dair umutlu olabiliriz” demişti. Bu çerçevede Türkiye’nin attığı adımlardan bazıları şunlar:

Adım adım süreç
1- Yunanistan’ın bazı bölgeleri dahil (Onikiadalar, Girit ve Kuzey Yunanistan) dünyanın çeşitli ülkelerinde Patrikhane’ye bağlı kiliselerdeki metropolitlere TC vatandaşı olabilmeleri olanağı sağlandı. Bu şekilde Patrikhane’nin din adamı sıkıntısı çözüldü.
2- Trabzon’daki Sümela Manastırı ve Türkiye’deki pek çok eski Ortodoks kilisesinde uzun yıllar sonra dini ayinler gerçekleştirildi.
3- Türkiye, AİHM kararına uyarak Büyükada’daki yetimhaneyi Patrikhane’ye iade etti.
4- Rum vakıfları gayrımenkullerinin iadesine başladı. İlk olarak Galata Rum İlkokolu’nun tapusu geçen hafta verildi.
5- Gökçeada’da 48 yıl sonra Rum okulu izni çıktı.
6- Özel Okullar ile ilgili tasarı TBMM’de kabul edilmesi halinde, azınlık okullarında öğrencilerin TC vatandaşı olmaları zorunluluğu kaldırılacak. Bu şekilde, Rum okullarının öğrenci sayısının az olması nedeniyle kapanmaları tehlikesi ortadan kalkacak.
7-  Azınlık gazetelerinin ekonomik açıdan ayakta kalabilmeleri için Basın İlan Kurumu’ndan resmi ilan almaları sağlandı. 

Atina adım bile atmadı
Buna karşı Yunanistan, Batı Trakya’da Türk azınlığın sorunları ile ilgili hemen hemen hiç adım atmadı. AİHM kararı bulunmasına rağmen Yunanistan Yargıtay’ı Batı Trakya’da içinde “Türk” kelimesi bulunan derneklerin tekrar resmi faaliyet gösterebilmelerine izin vermedi.

Ruhban Okulu tehdit değil
AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, dün makamında Türkiye Müteahhitler Birliği Başkanı Emin Sazak’ı kabul etti. Bağış, gazetecilerin, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasının Başbakan Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Barack Obama’nın Seul’deki görüşmesinde gündeme geldiği iddialarını sorması üzerine şöyle konuştu: “Bu konu Türkiye ile ABD arasındaki bir konu olmaktan çok bizim iç mevzuatımızla ilgili bir konudur. Ruhban Okulu’nun açılması insan hakları açısından ve Ortodoks vatandaşların din adamı ihtiyaçlarını karşılaması bakımından önemli bir konudur. Ama bu adımları atarken, her ne kadar mütekabiliyet şartına bağlı olmasa bile, Yunanistan’ın da eşzamanlı olarak atacağı iyi niyet adımlarının çok önemli olacağını vurgulamıştık. Ümit ediyoruz ki Batı Trakya’da yaşayan Müslüman Türk kardeşlerimizin sorunları da Türkiye’de yaşayan Ortodoks vatandaşlarımızın sorunları da ortadan kalksın. Ama AB standartlarında bir demokrasi olması gereken Yunanistan’ın artık biraz kendi sorumluluklarının bilincinde hareket etmesinin vakti gelmiştir. Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını Türkiye için bir tehdit olarak görmüyorum. Bu Türkiye için bir zenginlik olacaktır. Bu konuda teşvik edici adımların eşzamanlı atılmasının da her zaman yararlı olacağına inanıyorum.”

(Hürriyet - http://www.hurriyet.com.tr/planet/20212694.asp)

22 Mart 2012 Perşembe

AB’den Türkiye’ye iki kültür ödülü


TÜRKİYE Avrupa Birliği (AB) Komisyonu ve Europa Nostra tarafından Avrupa’da somut kültürel mirasın korunmasına yönelik en iyi çalışmaları belirleme amacıyla her yıl düzenlenen ‘AB Kültürel Miras Ödülü’nden bu yıl iki ödül aldı.


‘Özel Hizmet’ kategorisinde, Allianoi İnisiyatifi ve Dr. Ahmet Yaraş ödül alırken, KA.BA Mimarlık’ın Milet İlyas Bey Külliyesi Projesi “Koruma” kategorisinde AB Kültürel Miras ödülüne layık görüldü. Avrupa’nın dört bir yanından gelen bağımsız uzmanların oluşturduğu özel jüriler tarafından oylanan ödüller, 1 Haziran günü Portekiz’in başkenti Lizbon’da yapılacak ödül töreniyle sahiplerine verilecek.

İlyas Bey Camisi iyi korunuyor
Anadolu Beylikleri dönemine ait olan İlyas Bey Camisi ve yanındaki medrese ile hamam yapıları grubu, Milet Arkeolojik alanı içerisinde yer alıyor. Külliyenin bulunduğu yerde aynı zamanda Bizans dönemine tarihlendirilen Hamamlı Villa bulunuyor. 

13 Mart 2012 Salı

Madımak katliamı davası düştü

Sivas'ta, 2 Temmuz 1993'te Madımak Oteli'nin yakılması ve 37 kişinin ölümüne ilişkin ana davadan dosyaları ayrılan 7 sanık hakkındaki davanın, 2 sanık yönünden ölmeleri, 5 sanık yönünden ise zaman aşımı nedeniyle düşürülmesine karar verildi. 

Hakim Dündar Örsdemir kararında 'İnsanlık suçunda zaman aşımı olmaz ancak bu suçu işleyenler kamu görevlisi değil sivil oldukları için davanın düşmesine karar verildi' dedi. 

Kararın ardından adliye çıkışında bazı milletvekilleri ile olaylarda hayatlarını kaybedenlerin yakınları karara tepki gösterdi. 

(Radikal - http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1081630&CategoryID=77)

9 Mart 2012 Cuma

Meclis’ten 8 Mart hediyesi


Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı düzenlemesini yapan Meclis, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde, 208 milletvekilinin tamamının oyuyla 25 maddelik ‘Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Yasa’yı kabul etti.


Yeni yasayla kadına karşı tehdit, baskı ve kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış da şiddetin kapsamına alındı.

MECLİS, şiddete uğrayan, tehdit alan ve baskı gören kadınları korumaya dönük Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı düzenlemesini 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde kabul etti. Meclis Genel Kurulu’nda hazır bulunan 208 milletvekilinin tamamının kabul oyuyla geçen yasayla şiddet, “Psikolojik, sözlü veya ekonomik” baskıyı da kapsayacak şekilde tanımlandı ve tehdit gören kadının tanık koruma programına benzer haklarla koruma altına alınması öngörüldü. Düzenlemeyle, 1998’de getirilen 4 maddelik yasa yürürlükten kaldırıldı ve yerini 25 maddelik ‘Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Yasa’ aldı. Yeni yasayla şiddet, “Kişinin fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan ve sonuçlanması muhtemel hareketler” olarak tanımlandı. Tehdit, baskı veya özgürlüğün keyfi engellenmesini de içerecek şekilde, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış da şiddetin kapsamına alındı.

Yargıya gitmeden müdahale
Bu çerçevede baskı ve tehdit gören kadınlar, savcılık veya mahkeme aşamasından önce valiler veya kaymakamlarca korumaya alınabilecek. Gecikmesinde sakınca bulunan durumda emniyet müdürü veya karakol amiri tehdit altındaki kadını koruma altına alacak. Hayati tehlikesi bulunan kişiye polis koruması sağlanacak. Korunan kadının çocukları için 2 ay kreş yardımı yapılacak.

Asgari ücret yardımı
Korumaya alınan kadına ve çocuklarına, uygun barınma yeri sağlanacak ve geçici maddi yardım yapılacak. Maddi yardım yetişkinler için belirlenen asgari ücret kadar olacak. Her çocuk için asgari ücretin yüzde 20’si kadar ayrıca para verilecek. Toplam aylık yardım miktarı, asgari ücretin bir buçuk katını aşmayacak. Korunanlardan sağlık sigortası bulunmayanlar, gelir testi yapılmaksızın sigortalı sayılacak.

Eş evden atılacak
Aile Mahkemesi, gerekli gördüğünde şiddet uygulayan eşi evden uzaklaştırıp müşterek konutu şiddet gören kadına tahsis edebilecek. Bu durumda tapuya şerh konulacak ve mağdur kadın, tehdit sona erene veya boşanıp taşınmazdaki payını devralana kadar ortak konutu kullanacak.

Yeni kimlik verilecekMahkeme, tehdit görenin iş yerinin değiştirilmesine, tehdidin boyutuna göre Tanık Koruma Kanunu hükümlerine göre yeni kimlik edinmesine karar verebilecek. Korunan kişi ve diğer aile bireylerinin kimlik bilgileri ve adresleri resmi kayıtlarda gizli tutulacak.

Delile gerek yok
Şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı halinde, herkes ihbarda bulunabilecek. Hakim koruma kararını, duruşma yapmaksızın ve şiddetin uygulandığı konusunda delil veya belge aramaksızın verebilecek. Kişi rıza göstermese bile hakim gerekli görürse tedbir kararı uygulanmaya karar verebilecek.

Kelepçe ve alarm butonu
Verilen tedbir kararlarının takibi, teknik araç ve yöntemler kullanılarak yapılabilecek. Teknik takipte ses ve görüntü kaydı yapılmayacak. Şiddet uygulayan veya uygulama ihtimali olan kişiye elektronik kelepçe veya bileklik takılabilecek. Korunan kişiye sabit ev içi ikaz cihazı ya da hareket özgürlüğü tanıyan telefon görünümlü mobil alarm cihazı verilecek.

Hastaneye havale
Şiddet uygulayanın silah taşıma yetkisi varsa tüm silahlarına polis el koyacak. Hakim, alkol veya uyuşturucu madde kullandığında eşine ve çocuklarına yaklaşma yasağı getirebilecek. Bağımlılığının olması halinde mahkeme kararıyla hastaneye yatırılabilecek.

Zorlama hapsi
Şiddet uygulayan veya uygulama ihtimali bulunan kişi, 3 günden 10 güne kadar zorlama hapsine tabi tutulacak. Karara uyulmazsa zorlama hapsinin süresi 15 günden 30 güne kadar olacak ve 6 aya uzatılabilecek.

Maaştan kesinti
Hâkim, korunan kişinin yaşam düzeyini gözönünde bulundurarak talep edilmese bile tedbir nafakası bağlatabilecek. Nafaka, ilgilinin aylık, maaş ya da ücretinden icra müdürlüğünce tahsil edilecek.

7/24 izleme merkezi81 ilde 7 gün 24 saat esasına göre çalışan “şiddet önleme ve izleme merkezleri” kurulacak. Televizyon ve radyolar, ayda en az 90 dakika şiddetle mücadele konusunda yayın yapacak. Okullara kadın erkek fırsat eşitliği dersleri konulacak.

Yaşadıklarınız herkese örnek


CHP Milletvekili Şafak Pavey, ABD Başkanı Barack Obama’nın karısı Michelle Obama ile ABD Dışişleri Bakanı, eski First Lady Hillary Clinton’ın da katıldığı bir törende ABD’den Uluslararası Cesur Kadın Ödülü aldı.


Pavey, Washington’da ABD Dışişleri Bakanlığı’nda Dünya Kadınlar Günü’nde dokuz kadına daha sunulan ödüle, fiziksel engelliler için küresel boyutta yürüttüğü mücadele nedeniyle layık görüldü.

Obama, Pavey’i takdim ederken, “O, hayatını basit bir mottoya göre yaşıyor: Yaşadığın her deneyim, başkalarına bir örnektir” dedi. Clinton, Pavey’i politikaya atılma cesaretinden dolayı kutladı. Ödülün ardından Hürriyet’e konuşan Pavey ise “Bu ödülü Türkiye’nin bütün cesur kadınları adına alıyorum” dedi. 

7 Mart 2012 Çarşamba

Türkiye'nin en önemli gücü bağımsızlığıdır


İslam, Ortadoğu ve Türkiye konusundaki araştırmaları ile tanınan Prof. Bernard Lewis, Türkiye'nin bölgedeki farkının geçmişinden geldiğini söylüyor.


Türkiye’yi, Ortadoğu’nun İslam coğrafyası ile karşılaştırırsak, Türkiye’nin sivil özgürlükler, ekonomik kalkınma, küresel konum gibi alanlarda öne çıktığını görüyoruz. Nasıl oldu da Türkiye diğer ülkelerin arasından sıyrılabildi?
Geçmiş her daim önem arz eder. Günümüz geçmişin ürünüdür. Türkiye’nin gücü, bağımsızlığını hiçbir zaman kaybetmemesinde yatıyor. Türkiye, İran ve Afganistan, bu coğrafyada, bağımsızlığını tamamıyla koruyan yegâne ülkelerdi. Diğer ülkeler Avrupalı emperyal yönetimlere bir şekilde boyun eğdi. Bu üç ülkeyi birbirleriyle ve diğer ülkelerle karşılaştırmayı oldukça ilginç buluyorum.

Bugün Türkiye’de, Osmanlı medeniyetinin ve Türklerin geçmişte Ortadoğu’daki liderlik rolünün romantize edilip, yüceltildiğini gözlemliyoruz. Türkiye’nin, eğitim ve ekonomi alanlarındaki kalkınmasının yardımı ile Ortadoğu’nun küresel statüsünün yükseltilmesi konusunda geçmişteki gibi liderlik rolü üstlenebileceğinin heyecanla savunulduğunu görmek mümkün. Sizce Türkiye, böyle bir gelişime ve değişime önderlik edebilecek potansiyele sahip mi? 
Türkiye’nin belirtmiş olduğunuz bölge ülkeleri için öncü rolü zaman zaman oldu ancak kesintiye uğradı ve tersine döndü. Örneğin; astronomi konusunu ele alalım. Tam tarihini net olarak hatırlamıyorum fakat 1600’lü yıllarda dünyada iki tane büyük ve kapsamlı gözlemevi vardı: Bunlardan biri Avrupa’da diğeri ise Türkiye’deydi ve her ikisinde de gökyüzü gözlemleri yapılıyor ve yıldızlara dayalı veriler oluşturuluyordu. Ve başarıları da birbirine eşdeğerdi. Fakat zaman ilerledikçe, başarıları açısından aralarında büyük bir açık oluştu çünkü Avrupa’daki gözlemevi modern bilimin temelini oluşturur niteliğe bürünürken Osmanlı gözlemevi Kuran ile çeliştiği iddialarına dayandırılarak yetkililerce yıkıldı.
İslam ve Batı dünyası arasında pek çok farklılıktan söz edebiliriz. Bu farklılıkların bazıları, neden bir toplumun diğerine göre birtakım alanlarda daha önde olduğuna yönelik açıklama bulmada bize çok önemli ipuçları verir. Türk tarihçilerin bu konuyu açıksözlülükle tartışmasına yönelik saygım sonsuz. Geleneksel tarihçilik anlayışında başarısızlık ve sorumluluk kolay kolay itiraf edilen şeyler değildir. Genellikle başarısızlık ya bir başkasına aittir ya da bir başkasının şeytani kurguları sonucu gerçekleşmiştir. Başarısızlıkla sonuçlanan Viyana kuşatmasının ikinci başarısızlığıyla ilgili Osmanlı yapıtları o kadar açık sözlü ve açık yüreklilikle yazılmış ki. Nerede yanlış yaptık? Ne hatalar işledik? Bu tarz sorular sorulmuş ve yazarlar yenilgiyi hiçbir zaman bir zafer olarak açıklama yoluna gitmemiştir.
Bu, Osmanlı yıllarından bugüne köklenerek gelişen bir gelenek. Birey, grup ya da toplumların yaptıkları bir şey için sorumluluğu üstlenmeleriyle bir başkasına yıkmaları arasında sebep ve sonuç açısından büyük farklılıklar doğar. İşler yolunda gitmeyince sorabileceğiniz iki soru vardır: Nerede hata yaptık ve bize bunu kim yaptı? Eğer soruyu, Müslüman coğrafyada sıklıkla karşımıza çıkan, yani ikinci şekliyle soruyorsanız, bu sizi, sadece toplumsal ve kültürel nevroza olarak tanımlayabileceğim birçok komplo teorisi ile baş başa bırakır. Fakat soruyu ‘nerede yanlış yaptık’ şeklinde soruyorsanız, toplumunuzu doğrudan teste tabi tutmuş olur ve çözüm bulma şansını arttırırsınız. Türkiye’de her iki soru da soruluyor. Özelikle 19. yüzyılda ‘biz nerede hata yaptık’ sorusunun daha sıklıkla sorulduğunu görüyoruz.

Bazıları, Türkiye’yi, İslam dünyasının değişimi için model ülke olarak öne sürüyor. Sizce Türkiye bu coğrafya için model ülke olabilir mi? Örneğin; kadın hakları konusunda Türkiye’den öğrenilebilecek şeyler var mı? 
Bence Türkiye örnek teşkil etmelidir. Bir süre için örnek ülke olarak önemli bir rol oynadı da aslında. Fakat Türkiye bugün örnek teşkil etmektense önündeki örnekleri izlemeyi tercih ediyor. Türkiye ile diğer Müslüman ülkelerin arasındaki fark, bahsettiğim gibi, ‘nerede yanlış yaptık’ sorusunun ‘bize bunu kim yaptı’ sorusuna oranla öncelik arz etmesidir. Aradaki fark sorumluluk almak ile sorumluluktan kaçmak arasındaki farktır.

Bazılarına göre Türkiye, İslami kimliğini daha kuvvetli vurgulayarak Ortadoğu’da daha ciddi bir destek görebilir ya da rol üstlenebilir. Siz bu vurguyu doğru buluyor musunuz? 
Bu, Türkiye’nin etkisini arttırmak için atabileceği bir adım tabii. Fakat asıl soru, İslam üzerinden nasıl bir etki yaratacağınız ve etkinizi ne yönde ve şekilde değerlendireceğinizdir. Bu soruya pek çok farklı cevap verilebilir. Diğer taraftan, Avrupa’nın ne anlam ifade ettiği de bugün oldukça karmaşık. Ünlü bir Suriyeli, yakın zamanda yazdığı kitabında Avrupalı bir İslam’ın mı yoksa İslami bir Avrupa’nın mı gelecekte bizi beklediğini araştırıyor. ‘Batı’, kavram olarak anlamını kaybediyor. Buna rağmen Batı kültürünün kaybetmediği tek değer, kendini eleştirebilme kabiliyeti. Bu onun kuvvetli noktası.

Sizce Türkiye Ortadoğu’daki İslam ülkelerine önderlik edebilir mi ya da önderlik etmeli mi? 
Bu sorunun cevabı, Türkiye’nin, Ortadoğu’yu nereye götürmek isteyeceğinde yatıyor. Eğer Türkiye Ortadoğu’yu Osmanlı’nın halifelik günlerine götürecekse, bence bu çok da parlak bir gelecek vaat etmiyor. Bugünün şartlarında bir Batı blokundan da bahsedemeyiz. Çok daha farklı bir dünyada yaşıyoruz. Ortadoğu’nun önemi de eskiye oranla hızla azalıyor. Bir zaman sonra da önemini tamamıyla yitirecek. Neden böyle düşündüğümü açıklayayım. Arap dünyasının fosil yakıtlar haricinde herhangi bir ürünü yok. Petrol ve doğalgaz haricinde Arap dünyasından ihraç edilen ürünlerin toplamı 5.5 milyonluk nüfusa sahip Finlandiya’nınkileri geçmiyor.
Er ya da geç petrol ve doğalgaz bitecek ya da yerini başka yakıtlara bırakacak. Bunun sonucunda Ortadoğu’nun önemi de kaybolacak. Bu önemin bugün bile azaldığını görüyoruz. Avrupa ve Amerika Ortadoğu ile eskisi kadar ilgilenmiyor. Güç artık daha da doğuya kayıyor. 21. yüzyılın süpergüçleri Çin ve Hindistan ve bu ülkeler ayrıca dünyanın güç odakları olacaklar. Rekabet ve işbirliği gibi konularda bu ülkelerin adı geçecek. Ortadoğu ise bu iki ülke için yalnızca rekabet ya da işbirliklerini güçlendirecekleri bir bölge olarak gündeme gelecek.
Belki İsrail, Ortadoğu’da bir rol üstlenebilir çünkü petrole ya da doğalgaza bağımlı olmadığı gibi kendine has yetenekleri ve insan kaynakları var. Hatta Hindistan ve Çin’in, bugün, İsrail ile yakın ilişki içerisinde olmasını bu şekilde açıklayabiliriz.
Modern iletişimin insanlara, dış dünya ile devamlı iletişimde kalma ve yaşadıkları hayatı ve zor koşulları diğer insanların yaşadığı hayatlar ile karşılaştırma şansı veriyor olması çok önemli bir özellik. En ilgisiz ve eğitimsiz insanlar bile bu sayede karşılaştırma yaparak durumlarının ne kadar kötü olduğunu farkına varabiliyor. Filistinli Arap bir entelektüelin bu konuda çok mühim bir açıklaması var. Diyor ki: “Ortadoğu’da herhangi bir Arabın ortalama bir hayat yaşayabileceği ve kamusal hizmetlerden faydalanabileceği tek yer, ikinci sınıf bir vatandaş olarak yaşayacağı İsrail’dir.” Bu açıklamayı önemli yapan bunu sonunda birinin söze dökmüş olabilmesidir. Yeni olan bu.

Ya Türkiye? 
Türkiye henüz bir karar vermiş değil. Önündeki seçenek ya geriye, yani geçmişe gitmek ya da geleceğe bakmak. Bu seçim Türklere kalmış. Hataların değerlendirilmesinin yanı sıra Türkiye’nin yeniliklere ne kadar açık olduğu da verilen kararda önemli bir rol oynayacaktır. İslam dünyasında yenilik (Arapçada bid’a) ‘kınanan’ bir kelime olarak algılanıyor. Bu algının ardında yatan mantık, bütün soruların cevabının tümsel ve nihai bir vahiy üzerinden zaten açıklanmış olduğu ve yeni olanın ayrıca kötü de olacağına dayanıyor. Eğer Türkiye böyle bir yolu tercih ederse, geleceği pek de aydınlık değil. Fakat Türkiye henüz seçimini yapmadı. Bugün, her iki yola doğru da adımlar atmaya devam ediyor. Türkiye’nin hâlâ seçim yapma şansı var.
Türklerin dindarlıklarını kaybetmeden ya da İslam kültüründen ödün vermeden yenilik yolunu seçme kapasitesi hâlâ var, bu değişime olanak sağlayan kültürel koşullarda yaşayan pek çoklarımız gibi. İltimas burada anahtar kelime. İltimas erdemli değildir çünkü kazanımlarınızın, hak ederek değil, aileniz ya da bir yakınınız aracılığıyla gerçekleşmesine dayanır. Eğer bir Türk, ülkesinde bireysel kazanımlarıyla istediği yerlere gelemiyorsa ve bunun için başkalarının aracılığına başvurmak durumunda kalıyorsa ya da ülkeyi terk edip şansını Amerika’da ya da başka bir yerde değerlendirmeyi tercih ediyorsa, burada bir sorun var demektir.
‘Tahminlerim’den yola çıkarak oluşturduğum bir kitapta Türkiye’nin gerilediğini ve din odaklı bir diktatörlüğe dönüştüğünü belirtmiştim. İran’da ise bunun tersini, güçlü bir demokratik hareketlenmeyi gözlemliyorum. Türkiye’nin hâlâ tercih yapma şansı var ancak belirttiğim gibi gidişatın ileriye yönelik olduğunu söylemek zor. Yapı ve yapı karşıtları arasındaki mücadele hâlâ devam ediyor.

Erdoğan’ın, İran’ı, Suriye’de Esad’ı, yani bir Nusayriyi desteklediği için İslami olmamakla suçlaması konusundaki görüşünüz nedir? 
Nusayrilik, Müslüman bakış açısında bir sapkınlık olarak değerlendiriliyor. Yani Nusayriler, aslında gerçek Müslümanlar olarak tanımlanmıyorlar. Şii olmalarına rağmen diğer Şiiler ile de pek çok konuda ayrışıyorlar. Sünni-Şii ayrışması bugünkü kimlik tanımlamalarında önemli bir rol oynuyor. Örneğin, uzun yüzyıllar boyunca, Ortadoğu’nun iki büyük gücü Türkiye ve İran’dı. Osmanlılar ve İran Safavileri arasındaki rekabet uzun yıllar boyunca süregeldi. O dönemlerde İran’ın resmi olarak Şiiliği seçmesiyle beraber, Şiilik farklı kimliklerin tanımlanmasında kullanılan bir değer haline geldi.

Laiklik algılaması İslam’da farklıdır 
Arap Baharı ülkeleri için laiklik gerçekçi bir hedef mi? 
Laiklik, İslam literatüründe bulunmayan bir kelime. İslam ve Hıristiyan dünyası arasındaki bir fark, Hıristiyanların İsa’dan sonraki birkaç yüzyıl boyunca mazlum bir toplum olmasıdır.İslam ise, Muhammed zamanında bir devlete, hatta bir imparatorluğa sahipti. Laik ile kâfir, din ile politika arasındaki farklar İslam coğrafyasında, Hıristiyan dünyasında olduğu gibi tartışılmadı. Bu tarihsel evrime dikkat çekmek gerekiyor.İslam’da coğrafi bir varoluş açıkça reddedilir. Bu bağlamda,Atatürk’ün İslam’a değil de, anavatana, ülkeye ve coğrafi sınırlara bağlılık üzerinden oluşturduğu yeni kimlik İslam’a yabancı.

Dindarlara ayrımcılık yapıldı 
Cumhuriyet döneminde dindar Müslümanlara zulmedildi mi? 
Ayrımcılığa uğradıkları doğru fakat zulme uğramadılar. Zulüm, tanımı itibariyle acı çekmeyi gerektirir. Bu kavramları nasıl tanımladığımız asıl sorun. Yaşantımın uzun yıllarını geçirdiğim ülkelerde, örneğin İngiltere’de ve ABD’de, zulümden ve ayrımcılıktan bahsederken bu kavramların farklı kademelerde, farklı algılar ve toplumsal etkileşim üzerinden tartışıldığına tanık oldum. Amerika’ya ilk gittiğimde ırk, ten rengi, cinsiyet, din ve diğer pek çok şey üzerinden insanların ayrıştırılmasına çok şaşırmıştım çünkü İngiltere’de bu tür ayrışmalar düşünülemezdi bile. 
İran’daki rejimi desteğini yitirdi 
İran’da çok güçlü muhalif hareketlerin varlığından söz edebiliriz. Özellikle modern iletişim kanalları, telefon ve e-posta aracılığıyla insanlar birbirleriyle devamlı iletişim içerisinde. Hiç şüphe yok ki İran’daki rejim popülaritesini yitirmiş durumda. İki ana muhalif hareketten bahsedebiliyoruz. Rejim içerisinde ve rejime karşı. İran nüfusunun çoğunluğunun yaşadıkları rejimin bir an önce sonlanmasından yana olduğunu gösteren birçok kanıt var.  

AB Kosova'yı Sırbistan haritasından çıkardı

Avrupa Birliği, Kosova'yı artık Sırbistan'ın bir parçası olarak görmüyor. Daha önce Sırbistan'a ait gösterilen Kosova, birliğin resmi internet sayfasındaki haritadan çıkarıldı.

Sırbistan'a üyelik için yeşil ışık yakan Avrupa Birliği, Kosova konusunda da adım attı.

Kosova'nın bölgesel ve Avrupa Birliği tarafından tanınan forumlarda temsil edilmesi konusunda Priştine ve Belgrad arasında varılan anlaşmanın ardından, birliğin resmi internet sayfasında, Sırbistan, Kosova hariç tutularak, başlı başına bir devlet olarak tanımlandı.

Eski Yugoslavya'nın parçalanmasından bu yana, Kosova haritalarda, Sırbistan'ın bir bölümü olarak gösteriliyordu.

Avrupa Birliği Kosova Cumhuriyeti için henüz ayrı bir link açmazken haber, Kosova'da memnuniyet oluşturdu.

Avrupa Birliği, devlet ve hükümet başkanları 2009 yılında üyelik başvurusu yapan Sırbistan'a aday ülke statüsü verilmesi konusunda geçen hafta uzlaştı..

Uzun süredir bir dizi demokratik reform yapan ve savaş suçu zanlılarını yakalayan Sırbistan'ın aday ülke statüsüne ulaşmasındaki en önemli etken ise Kosova ile geliştirilen ilişkiler oldu.


(ABHaber - http://www.abhaber.com/haber.php?id=39252)

Hollanda'da telefonla konuşan melek heykeli olay oldu


Hollanda’nın ‘S Hertogenbosch şehrindeki katedralin çevresindeki melek heykellerinden biri ülkede olay oldu. Zira bu melek, kot pantolon giyiyor, laptop çantası taşıyor ve cep telefonuyla konuşuyor. Meleğe her gün onlarca telefon geliyor.


Yeni heykeller, geçtiğimiz yıl Nisan ayında katedralin çevresine yerleştirilmiş. Bundan kısa bir süre sonra iki çocuk sahibi bir çift, insanlar meleği arayabilsinler diye bir telefon hattı almış. Kısa bir süre sonra şehirdeki mekanlarda üzerinde meleğin fotoğrafı ve telefon numarası yazılı kartvizitler dolaşmaya başlamış.

Telefon numarasının başarısını gören çift de melek için bir de Twitter hesabı açmış (@ut_engelke). Hesabın şimdiye kadar 2 bin 700 takipçisi olmuş.

Çift adlarının açıklanmaması kaydıyla New York Times’a yaptıkları açıklamada, telefonlarının bütün gün çaldığını belirterek, “Bir peri masalı gerçek oldu” diye konuştu.

2 Mart 2012 Cuma

Sırbistan'a aday ülke statüsü verilmesi konusunda anlaşıldı


Avrupa’nın kötü ekonomik gidişatına dur demek için Brüksel’de toplanan Avrupa Birliği (AB) liderleri, Sırbistan’a aday ülke statüsü verilmesi konusunda uzlaştı.
Daha önce dışişleri bakanları toplantısında verilmesi beklenen karar, Romanya’nın sürpriz itirazı yüzünden liderler zirvesine kalmıştı.
Öte yandan başkent Belgrad’daki Cumhurbaşkanlığı binası önünde toplanan yaklaşık yüz kişi AB’yi protesto etti. Grup daha sonra ‘‘Sırbistan AB’yi İstemiyor’‘ kampanyası kapsamında topladıkları imza dolu kutuları Cumhurbaşkanlığı’na teslim etti.
Balkanlar’ın 7,3 milyonluk nüfusuyla en büyük ülkesi olan Sırbistan’ın, AB’ye üyelik yolculuğunda Kosova ile geliştireceği ilişkilerin kilit rol oynaması bekleniyor.

1 Mart 2012 Perşembe

Adıyaman'da, Alevilerin evleri işaretlendi


Adıyaman’ın Karapınar Mahallesi’nde yaşayan bazı Alevi vatandaşların evlerinin işaretlendiği iddiası, CHPTunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün Facebook hesabından duyurmasıyla ortaya çıktı. Kentte herkesi şaşırtan ve tedirgin eden olay iddiaya göre şöyle gelişti:

Karapınar Mahallesi’nde pazartesi sabahı bazı evlerin kapılarına benzer işaret konulduğu fark edildi. İşaretlenen evlerde Alevi vatandaşların oturması tedirginliğe neden olurken, olay güvenlik güçlerine bildirildi. Mahalleye gelen polis, işaret bulunan kapılarda inceleme yapıp, evlerin sahiplerinin ifadesine başvurdu. Mahalle sakinleri daha sonra toplu halde imzaladıkları dilekçeyi savcılığa verip, suç duyurusunda bulundu.

MUHTAR: TEDİRGİNLİK YAŞIYORUZ 
Gelişmelerin ardından bazı mahalle sakinleri kapılarındaki işaretlerin üzerini boyayarak veya silerek temizledi. Bazı işaretlerin halen kapılarda durduğu mahallenin muhtarı Mahmut Gürsu, 2 gündür büyük tedirginlik yaşadıklarını söyledi. Kendisinin de Alevi olduğunu söyleyen muhtar Gürsu, işaret konulan kapıların tamamının Alevi vatandaşların yaşadığı evler olduğuna dikkat çekerek şöyle dedi:

"Sünni mahalle sakinlerinin kapısında herhangi bir işaret yok. Bu durum Sünni ve Alevi tüm mahalle sakinlerini herkesi rahatsız etti. Biz bunun çocuklar tarafından yapılmış bir oyun olmasını diliyoruz. Ancak aklımıza Maraş olayları gelince tedirgin oluyoruz. Bu olay provokasyon amaçlı da olabilir. Polise ve savcılığa bildirdik, şu an olay araştırılıyor. İnşallah kötü olaylar olmaz ve huzurumuz bozulmaz."

VALİ SODAN: ARAŞTIRIYORUZ 
Adıyaman Valisi Ramazan Sodan, kentte yaşanan olaya ilişkin çok yönlü soruşturma yürütüldüğünü açıkladı. Gazetecilerin konuya ilişkin sorularını yanıtlayan Vali Ramazan Sodan,Adıyaman’ın Türkiye’nin en huzurlu kentlerinden birisi olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi:

"Karapınar Mahallesi, Alevi vatandaşlarımızın yoğun olarak oturduğu semtimizdir. Bu mahallede 25- 30 evde karalama şeklinde işaret bırakılmış. Bugüne kadar bu semtte de huzur ve asayiş sorunu yaşanmadı. Bu işaretler çocuklar tarafından da yapılmış olabilir. Hangi maksat ve amaçla yapıldığını bilinmemekle beraber, konuyla ilgili gerekli çalışmalarımızı başlattık. Güvenlik güçlerimiz gerekli incelemeleri sürdürüyor. Gerekli önlemlerimizi aldık, vatandaşlarımızın tedirgin olmasına gerek yok."

Gelişmelerin ardından, Karapınar Mahallesi’nde güvenlik önlemlerini artıran polis olayla ilgili incelemesini sürdürüyor.

Seçim bölgesinde yaşanan olayla ilgili yazılı bir açıklama yapan AK Parti Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner de Alevi vatandaşların kapılarına işaret konulmasının iyi niyetle bağdaşmayacağını belirterek kınadı.