21 Ekim 2013 Pazartesi

San Marino'dan AB başvurusuna ret

Avrupa’nın en küçük ülkelerinden yaklaşık 33 bin nüfuslu San Marino’da dün vatandaşlar Avrupa Birliği’ne başvuru için referanduma gitti. Sandıktan çıkan ‘evet’lerin sayısı ‘hayır’lardan kıl payı fazla olsa da referanduma katılım oranı yetersiz kalınca başvuruya ret çıktı.


Dünyanın en eski bağımsız devleti ve anayasal cumhuriyeti olan San Marino aslında fiziksel olarak AB’nin içinde, zira ülke toprakları İtalya’nın topraklarıyla çevrelenmiş durumda.
1991 yılından beri AB ile Gümrük Birliği içinde olan “serenissima” (en sakin) lakaplı ülkenin resmi para birimi de euro.

Ancak dün sandık başına giden vatandaşlar siyasi olarak da Avrupa Birliği’ne dahil olunması yönünde yapılacak başvuruyu reddetti.

Referanduma katılanların yüzde 50,3’ü AB üyelik başvurusuna onay verirken yüzde 49,7’si buna karşı çıktı.

KATILIM ORANI YETERSİZ KALDI

“Evet” oyları kıl payı önde olsa da katılım oranı en az yüzde 32 olması gerekirken yüzde 20’de kalınca hükümetin AB’ye üyelik başvurusu planı suya düştü.

Referandumu destekleyenler San Marino’nun halihazırdaki durumu nedeniyle AB’ye üye olunması gerektiğini savunuyordu. Çünkü San Marino Brüksel’in kararlarına uymak zorunda kalıyor ancak karar mekanizmaları üzerinde hiç etkisi yok.

Muhalifler ise AB’nin en küçük ülkesi olan Malta’nın onda biri olan San Marino’nun entegrasyonu süresince yaşanacak sıkıntıları gündeme getirerek üyeliğin de söz hakkı sahibi olamama sorununu çözemeyeceğini ifade ediyordu.

19 Haziran 2013 Çarşamba

Almanya ve Hollanda'dan Türkiye'ye AB vetosu

Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) katılım müzakerelerinde üç yıl aradan sonra yeni fasıl açılmasına Almanya ve Hollanda rezerv koydu.


Anadolu Ajansı'nın haberine göre, Türkiye'nin AB'ye katılım müzakerelerinde 26 Haziran'da açılması planlanan Bölgesel Politikalar faslıyla ilgili, üye ülkeler arasındaki teknik düzeydeki toplantıda, 27 ülkeden 25'i AB'nin olumlu yöndeki ortak pozisyonunu onaylarken Almanya ve Hollanda buna yanaşmadı.

Görüşmelere yakın AB kaynakları, her iki ülkenin "bekle gör" politikası izlediğini ve Türkiye'deki gelişmelere bakarak pozisyon belirleyeceği değerlendirmesini yaptı.
Bölgesel politikalar faslının açılmaya hazırlanması, bugün büyükelçiler düzeyindeki AB daimi temsilcileri komitesinde (COREPER) görüşülecek.

MERKEL'İN PARTİSİNDEN SEÇİM PROGRAMINA TÜRKİYE AYARI

Bu arada Almanya'da Başbakan Angela Merkel'in liderliğini yaptığı Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) ve küçük ortağı Hıristiyan Sosyal Birlik Parti (CSU), 22 Eylül için hazırladığı seçim programında Türkiye'nin AB üyeliğine kesin bir dille karşı çıktı.

Türkiye'nin üyeliğini başından beri desteklemeyen ancak Merkel'in iktidara gelmesinden kısa süre önce başlayan müzakerelerin önünde de bu denli engel oluşturmayan Birliğin (CDU/CSU) Reuters tarafından ele geçirilen seçim programından, "imtiyazlı ortaklık" tabirinin de çıkarıldığı görüldü.
Toplam 125 sayfalık taslak metinde AB-Türkiye ilişkileri için şu ifadeler kullanıldı: "AB ve Türkiye arasında güçlü bir işbirliği arzusundayız. Aynı zamanda dış konular ve güvenlik hususunda da yakın stratejik işbirliğinden yanayız."

Ancak metindeki "Türkiye'nin AB'ye katılım için gerekli kriterleri karşılamamasından dolayı tam üyeliğine karşıyız. Bu ülke, büyüklüğü ve ekonomik yapısından ötürü AB'ye fazla yük getirecektir" ifadesi, her iki partinin de Ankara'nın üyelik sürecine olan sert duruşunu yansıttı.

Türkiye'nin AB ülkeleri arasındaki en büyük ticaret ortağı olan Almanya'da yaklaşık 2.7 milyon Türkiye kökenli yaşıyor. Almanya'da 22 Eylül'deki federal seçimler öncesi hemen hemen tüm büyük partiler, ülkedeki göçmenlerin oylarını kazanmak için vaatte bulunuyor. Ancak CDU, Almanya'daki Türklerin, Türkiye'nin AB üyeliğinden çok işsizlik ve muhafazakar değerler konusuna önem verdiğine inanıyor ve seçim politikasını da bu doğrultuda belirliyor.

15 Nisan 2013 Pazartesi

Yunanistan'da Türkçe modası


Türkçe, Yunan televizyonlarındaki Türk dizileri sayesinde Yunanistan’da popüler dil haline geldi.


Özellikle Yunanlı gençler Türkçe’ye ilgi gösteriyor. Atina Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı bölümündeki öğrenci sayısı her yıl artıyor.

Yabancı dil dersanelerinde ise Türkçe, İngilizce ve Fransızcadan sonra en çok rağbet gören yapancı dil konumunda. Türkçe, Yunanistan’da üçüncü yabancı dil tercihi olan İtalyancanın yerini aldı.

Yunanlılar, Türk dizilerini izlerken, günlük konuşmalarında kökenini bilmeden kullandıkları pek çok kelimenin de Türkçe olduğunu öğrenip şaşırıyorlar.

Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir araştırma, Yunanlıların sadece günlük konuşmalarında 250’den fazla Türkçe kelime kullandıklarını ortaya koydu.

Yunanistan’ın çeşitli bölgelerinde Yunanca konuşanların kullanıldıkları Türkçe kelimeler ise 2 bin civarında.

İşte Yunancada günlük konuşmalarda kullanılan Türkçe kelimelerden bazıları:

Ayazi (Ayaz), Cepi (Cep), Tavani (Tavan), Kaiki (Kayık), Meltemi (Meltem), Hatiri (Hatır), Dolapi (Dolap), Bayraki (Bayrak), Tsobanis (Çoban) Yileko (Yelek), Yakas (Yaka) ,Yiapi (Yapı), İnati (İnat) , Ergenis (Ergen), Kapaki (Kapak), Kuvas (Kova), Kotsani (Koçan), Kusuri (Kusur), Lekes (Leke), Mangali (Mangal) Mahalas (Mahalle), Mezes (Meze)  Musamas (Muşamba) , Bayatiko (Bayat) Babas (Baba), Baruti (Barut), Bacaki (Bacak), Belas (Bela),  Boyia (Boya), Buzi (Buz) ,Nazi (Naz), Pazari (Pazar), Papuçi (Pabuç) , Rahati (Rahat), Senduki (Sandık), Sipori (Şurup), Saini (Şahin), Rusfeti (Rüşvet), Sokaki (Sokak)   Soba (Soba), Tenekes (Teneke), Tapsi (Tepsi), Tsairi (Çayır), Tsiraki (Çırak)


(Hürriyet - http://www.hurriyet.com.tr/planet/23049454.asp / Yorgo KIRBAKİ)

5 Mart 2013 Salı

Samatya zanlısı yakalandı


Samatya'da yaşlı kadınlara yönelik saldırılarla ilgili Ermeni asıllı bir kişi tutuklandı. DNA testi ve kameralarla yakalanan zanlı, polise suçunu itiraf etti.

Samatya’da 85 yaşındaki Maritsa Küçük’ün öldürülmesi, ikisi Ermeni biri Türk üç yaşlı kadının gasp edilerek soyulması ile ilgili soruşturmada bir kişi tutuklandı. Ermeni asıllı Türkiye vatandaşı Murat Nazaryan’ın polise verdiği ifadesinde “Ne yaptıysam hatırlamıyorum, bilmiyorum” dediği fakat mahkemeye sevk edilirken polis arabasının içinde ağlayarak “Kadınları ben öldürdüm. Çaldığım altınları Beyazıt’ta kuyumcuda sattım” dediği öğrenildi.

‘Bu adamın yürüyüşü bizim Murat’a benziyor’

Samatya’da yaşanan yaşlı kadınlara yönelik saldırılardan sonra İstanbul polisi, bölgeyi yoğun bir kontrol altına almıştı. Polis, bölgedeki bekâr evleri ve pansiyonlara yaptığı taramalar sırasında şahsın kamera görüntülerini Fatih Vefa’da Birlik Apartmanı’nda yer alan pansiyonda kalan kişilere gösterdi.
Pansiyon sakinlerinin “Bu adamın yürüyüşü bizim Murat’a benziyor” şeklinde bilgi vermeleri üzerine Murat Nazaryan gözaltına alındı. Nazaryan, olayla ilgili polise verdiği ifadesinde suçlamaları kabul etmeyerek “Hatırlamıyorum, bilmiyorum” dedi.
Polis, 28 Aralık’ta Maritsa Küçük’ün öldürülmesi olayında, yaşlı kadının çantasının içinde bulunan zarfın üzerinden kan örnekleri alarak DNA’sını çıkartmıştı. Zarftan çıkan kanın Maritsa Küçük’e ve katil zanlısına ait olduğu tespit edilmişti. Nazaryan’dan alınan kan örnekleriyle, zarfın üstünde yer alan kan örneğinin DNA’sının aynı olduğu belirlendi.
Samatya’da ocak ayında saldırıya uğrayan 86 yaşındaki Sultan Aykır olayının görgü tanıklarının da saldırı yapan şahısın Nazaryan olduğunu teşhis ettiği öğrenildi. Polisteki sorgusu biten zanlı mahkemeye sevk edilirken çelik yelek giydirilerek adliyeye götürüldü. Nazaryan, basın mensuplarının “Yaşlı kadınlara neden saldırdınız” sorusuna “Hiçbir şey hatırlamıyorum. Hatırlasam söylerdim” şeklinde cevap verdi.
Ancak Nazaryan’ın mahkemeye götürülürken polise arabasında “Kadınları ben öldürdüm. Çaldığım altınları Beyazıt’ta bir kuyumcuya sattım” diyerek suçu itiraf ettiği ve bu beyanın zabıt tutularak mahkemeye gönderildiği öğrenildi.
1975 İstanbul Fatih doğumlu olduğu öğrenilen katil zanlısının, dayısının evinin Samatya’da bulunduğu ve çocukluğunun bu bölgede geçtiği belirtiliyor. 2 kere hırsızlık suçundan sabıkası bulunan Nazaryan’ın 2000 yılında bir Romen kadınla sahte evlilik yaptığı ve hâlâ evli gözüktüğü öğrenildi.
Kamera görüntülerine yakalandı
Polis, Murat Nazaryan ile ilgili güvenlik kamera görüntülerini basınla paylaştı. Görüntülerde Nazaryan bir yaşlı kadını takip ederken kadının hurdacıyla sohbet etmesi üzerine Maritsa Küçük’ü takip etmeye başlıyor. Küçük’ün peşinden eve giren Nazaryan sonra kapüşonunu takmış bir şekilde mahalleden çıkıyor.
(Radikal - http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1123838&CategoryID=77 / İsmail Sağıroğlu)

28 Şubat 2013 Perşembe

AB konusunda düşünceler değişti


Türk halkının Avrupa Birliği (AB) üyeliğine yönelik tutumu ve beklentileri son yıllarda olumsuz yönde değişti. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Yaşam Memnuniyeti Araştırması-2012'de Türkiye'nin AB üyeliği konusundaki halkın tutum ve algıları değerlendirildi. Araştırmaya katılanlara AB üyeliğine ilişkin referandum eğilimleri soruldu.


Araştırma sonuçlarına göre, Türkiye'nin AB'ye üyeliğini destekleyenlerin oranı 2004-2012 döneminde önemli ölçüde azaldı. Türkiye'nin AB'ye üyeliğini destekleyenlerin oranı 2004'te yüzde 70,2 iken, 2012'de yüzde 45,4'e geriledi. Üyeliği destekleyenlerin oranı 8 yılda yaklaşık 25 puan azaldı.

Üyeliğe karşı olanların oranı ise 2004'ten bu yana en yüksek seviyeye ulaştı. AB üyeliğine karşı çıkanların oranı 2004'te yüzde 16,2'yle sınırlı kalırken, 2012'de bu oran yüzde 31'e ulaştı.

Öte yandan, Türkiye-AB arasındaki ilişkilerde son dönemde yaşananlar bu konuda fikri olmayanların oranını da artırdı. Türkiye'nin AB'ye üyeliği konusunda fikri olmayanların oranı 2004'te yüzde 13,6 iken, 2012'de bu oran 23,6'ya çıktı.

Kadınların yüzde 39,7'si üyeliği destekliyor, yüzde 24,6'sı üyeliğe karşı, yüzde 35,7'sinin bu konuda bir fikri bulunmuyor. Erkeklerin yüzde 51,3'ü üyeliğe destek verirken, yüzde 37'sı üyeliğe karşı çıkıyor. Erkeklerin yüzde 11,1'i ise bu konuda karar verebilmiş değil. Erkekler arasında AB karşıtlığının 8 yılda 2 kattan fazla artmış olması da dikkati çekiyor.

AB'nin cazibesi azaldı
Araştırmada ayrıca Türkiye'nin olası AB üyeliğinin birey yaşamına etkisiyle ilgili tutumlar değerlendirildi. Araştırmaya göre, 2004 yılında Türk halkının yarıdan fazlası AB üyeliğinin yaşamını olumlu etkileyeceğini düşünürken, 2012'de bu oran büyük ölçüde geriledi.

Türkiye'nin AB'ye üyeliğinin yaşam düzeyini olumlu yönde etkileyeceğine inananların oranı bu dönemde yüzde 55,5'ten 35,2'ye gerileyerek söz konusu dönemdeki en düşük seviyeye indi.

Türk halkının yüzde 23,8'i üyeliğin gerçekleşmesinin yaşamını etkilemeyeceğini, yüzde 18,7'si de olumsuz etkileyeceğini düşünüyor. AB'yle ilgili olumlu beklentisi olan kadınların oranı yüzde 48,9'dan 30,6'ya geriledi. Böyle bir gelişmenin yaşamını etkilemeyeceğini belirten kadınların oranı yüzde 21,3, olumsuz etkileyeceğini belirtenlerin oranı ise yüzde 14,2 oldu.

Erkekler açısından bakıldığında üyeliğin yaşamını olumlu etkileyeceğine inanların oranı 2004'te yüzde 62,3 iken 2012'ye gelindiğinde bu oran yüzde 40'a düştü. Erkeklerin yüzde 26,4'ü AB'ye üyeliğin herhangi bir etkisi olmayacağına, yüzde 23,3'ü de olumsuz yönde olacağına inanıyor.

(Hürriyet - http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/22705599.asp)

12 Şubat 2013 Salı

Ve Fransa ilk başlığı açıyor


Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bugün gerçekleştirdiği Fransa ziyaretinin çok önemli bir yönü ortaya çıktı. Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius, Davutoğlu’na Avrupa Birliği ile müzakerelerde 22’nci faslı açacaklarını bildirdi.


Hürriyet’e konuşan Fransız diplomatik kaynaklarından edinilen bilgiye göre Fabius, bunun bir başlangıç olduğunu ve AB yolunda Fransa’nın daha yapıcı bir tavır alacağının göstergesi olduğunu dile getirdi.

AB-Türkiye müzakerelerinde görüşülen 35 başlıktan Fransa’nın tıkadığı "Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu" başlıklı 22’nci fasıl yerel yönetimlerle ilgili düzenlemeleri kapsıyor.

22'nci fasıl 2007 yılında eski Cumhurbaşkanı NicolasSarkozy döneminde engellenmişti. Fransa'nın önünü tıkadığı bir diğer önemli başlık olan 17'nci faslın da Davutoğlu-Fabius görüşmesinde gündeme gelmiş olduğu tahmin ediliyor.

(Hürriyet - http://www.hurriyet.com.tr/planet/22581524.asp)

30 Ocak 2013 Çarşamba

İtalya'da down sendromlular vatandaşlığa geçemiyor


İtalya’da vatandaşlığa geçmek isteyen Down sendromu olanlar yemin edemedikleri için haklarından faydalanamıyorlar.


Son olarak babası İtalyan, annesi Kolombiyalı Down sendromu hastası Christian’ın vatandaşlık başvurusu “Cumhuriyet, Devlet ve Anayasayı korumak için" yemin edecek bilince sahip olamadığı gerekçesiyle reddedildi. 1992 yılında çıkan bir yasada vatandaşlık için mahkemede yemin edenlerin hangi gerekçeyle ant içtiğinin bilincinde olması ve metindeki tüm kelimeleri bariz bir şekilde söylemesi gerekiyor.

Halen İtalya’da vatandaşlık için bekleyen 50’den fazla Down sendromu hastası yabancı bulunuyor. Christian’ın ailesi İçişleri Bakanlığına başvurarak bu İtalya’yı utandıran yasanın değiştirilmesini istedi.  

(Hürriyet - http://www.hurriyet.com.tr/planet/22478232.asp)

23 Ocak 2013 Çarşamba

Cameron: 2015'te başbakan olursam AB üyeliğimizi referanduma götüreceğim


İngiltere Başbakanı David Cameron, günlerdir beklenen Avrupa Birliği konuşmasını şu an yapıyor. Cameron, 2015'te yapılacak genel seçimlerde yeniden başbakan olursa İngiltere'nin AB üyeliğini referanduma götürme sözü verdi.


Sözlerine, “Geçmişten bahsetmek istiyorum” diye başlayan Cameron, 70 yıl önce Avrupa’nın kendi kendini parçaladığını bugün ise kıta ülkelerinin barış içinde olduğunu belirterek, “Avrupa Birliği’nin asıl amacı Avrupa’daki bölünmeleri iyileştirmek olmuştur. AB barışı emniyet altına almış ve ilk amacını yerine getirmiştir” dedi.
Bugün ise AB’nin amacının refahı sağlamak olduğunu belirten İngiltere Başbakanı şöyle devam etti:
“Ancak bugün AB’nin en baskın amacı farklı: Barışı kazanmak değil, refahı güvenceye almak. Engeller bu kez kıtanın içinden değil dışından çıkıyor. Doğudaki ve Güney’deki gelişmekte olan ekonomilerden. Elbette büyüyen bir dünya ekonomisinin hepimize faydası var ancak bugün yeni bir küresel ülkeler yarışı olduğundan da şüphe etmeyelim.”
Cameron, 2015'te yapılacak genel seçimlerde yeniden başbakan olursa İngiltere'nin AB üyeliğinin devam edip etmemesi konusunda referanduma gideceğini de belirterek, "2015'ten sonra AB politikalarının İngiltere'nin üzerindeki ağırlığını azaltmaya çalışacağım. AB'den çıkıp çıkmama konusundaki referandum 2015'ten 2017 yılının sonuna kadar olan dönemde gerçekleştirilecek. Eğer AB'den çıkarsak bu tek yönlü bir bilet olacak, dönüşü olmayacak" dedi.


(Hürriyet - http://www.hurriyet.com.tr/planet/22421587.asp)

8 Ocak 2013 Salı

İsviçre çift soyadına veda etti


İsviçre’de gerek kadın hakları, gerekse bürokraside yarattığı sıkıntılar göz önüne alınarak, iki soyadı kullanımına son verildi. Yeni düzenleme yılbaşından itibaren yürürlüğe girdi.


Buna göre,  1 Ocak 2013’ten itibaren evlenen çiftlerden her biri evlendikten sonra da kendi soyadını ömür boyu taşıyabilecek.  Çiftler ayrı soyadlarına sahip olabilecekleri gibi, tek bir soyadı altında da birleşebilecekler.

Yapılan değişikliğe göre, nikah töreninde çiftler hangi tarafın soyadı altında yaşamak istediklerini beyan edecekler.

Bu durumda geleneksel uygulamaya aykırı olarak erkek de karısının soyadını alarak, hayatına devam edebilecek.

KADINLAR İKİ SOYADLI OLMAKTAN KURTULUYOR

Kadınların bekarlık soyadları ile birlikte eşlerinin soyadını da taşıması uygulaması da yeni yasa ile son bulmuş oluyor. Kadın nikah sırasında ya eşinin soyadını alacak ya da kendi soyadıyla devam edecek.

Kendi bekarlık soyadında karar kılan çiftlerin çocukları ise ana-babanın belirlediği (çiftlerden birinin) soyadının taşıyacaklar.

Nikahsız beraberlikten doğan çocuklar doğrudan annenin soyadını alacak. Ancak, çiftlerin ortak talebi ile çocuk babanın soyadını da kullanabilecek.

UZUN ZAMANDIR EVLİLER DE YARARLANACAK

Yeni düzenlemeden evlilik tarihine bakılmaksızın eski çiftler de yararlanabilecek. Buna göre, evli kadınlar bekarlık soyadlarına dönebilecekleri gibi, hem kendisinin hem de kocasının soyadı olmak üzere iki soyadı taşıyan kadınlar da tek soyadında karar kılabilecek.

Nüfus memurluklarına yapılacak bir başvuru ile kadınlar tek soyadına kavuşabilecek. Yalnız bunun maddi külfeti olacak. Bu durumdaki kadınlar başvuru için, yeni pasaport ve kimlik harcı hariç olmak üzere 75 İsviçre frangı ödemek zorunda kalacaklar.

İki soyadı ile devam etmek isteyen kişiler ise bu şekilde devam edebilecekler. Ancak bundan sonra İsviçre’de iki soyadı almak mümkün olmayacak.

(Hürriyet - http://www.hurriyet.com.tr/planet/22317394.asp)

6 Aralık 2012 Perşembe

‘AKBUDSMAN’ eylemiyle yemin


Türkiye’nin ilk ombudsmanı Mehmet Nihat Ömeroğlu, dün Meclis’te yemin ederek görevine başladı.


Hrant Dink’in mahkûmiyet kararındaki imzası ve yaşının seçilmesine engel oluşturduğu savlarıyla tartışılan Ömeroğlu’na muhalefet milletvekilleri, sıra kapaklarına vurarak tepki gösterdi. Törende kabineden sadece Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu yer alırken, AK Partililerin de üçte biri salona geldi. CHP’liler ise üzerinde “Akbudsman” yazısıyla birlikte Başbakan Tayyip Erdoğan ile Ömeroğlu ve 5 kamu denetçisinin fotoğraflarının bulunduğu kartlarla tam kadro hazır bulundu. Tören öncesi CHP’li Atilla Kart, yeminin ertelenmesi talebiyle Meclis Başkanlığı’na başvurdu. Kart, geçen hafta Ömeroğlu’nun 65 yaşını doldurduktan sonra aday olduğu için seçilme şartlarını taşımadığını savunarak seçimin iptalini istemişti. TBMM Başkanı Cemil Çiçek de ön seçimi yapan Dilekçe-İnsan Hakları Karma Komisyonu’ndan görüş istedi. Komisyon Başkanı Mehmet Daniş, başdenetçi için üst yaş sınırı olmadığını belirtti. 

(Hürriyet - http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22088111.asp)

26 Kasım 2012 Pazartesi

İzlanda’yı silecekler


İzlanda ekonomik krizden kurtulmak ve eski günleri unutmak için ilginç bir formül buldu. İzlanda o günlerin izlerini silmek, imaj tazelemek ve yaşanan olumsuzlukları unutmak için ülke adını değiştirme kararı aldı.


21 MART’TA BİTECEK
İtalyan “Corriere della Sera” gazetesinin haberine göre İzlanda’nın yeni adını ülkeyi ziyaret eden yabancı turistler bulacak. Turistler, Başkent Reykjavik havalimanında kurulan sandıklara isim önerilerini yazarak bu yarışmaya katılacaklar.

İzlanda Turizm ve Tanıtma Birliği ile İzlanda Sanayiciler ve İş Adamları Konfederasyonu tarafından düzenlenen yeni isim yarışmasına katılım 21 Mart 2013’te sona erecek.

İFLASINI AÇIKLAMIŞTI
Yine aynı gazeteye göre, “Buz ülkesi” anlamına gelen İzlanda’nın yeni isim babasına bir onur nişanı ile sembolik olarak bir arsa armağan edilecek. 2008 yılında yaşanan kriz sırasında iflasını açıklayan İzlanda’ya IMF ve diğer Avrupa ülkeleri 11 milyon euro borç vererek ülkeyi dar boğazdan kurtarmışlardı.
2010 yılında Ejyafjallajoekul yanardağının tekrar faaliyete geçerek yarattığı lav bulutu adayı, etkisi haline almış ve Amerika ile Avrupa arasında ki uçuşlar durma noktasına gelerek İzlanda’yı tekrar gündeme taşımıştı.


Öne çıkan bazı isimler
YABANCI turistlerden gelen yeni isim örnekleri arasında isi şu isimler öne çıkıyor:
· Niceland: Güzel ülke
· Birdland: Kuş ülkesi
· Volcanoland: Yanardağ ülkesi
· Ejyafjallajoekulland
· Cloudland: Bulut ülkesi
· Flokiland: Viking denizcisi Floki Vilgerdarson

(Hürriyet - http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/22007549.asp)

19 Ekim 2012 Cuma

İsviçre’de Aleviler 'inanç grubu' olarak tanındı


İsviçre’nin Basel şehir kantonunda Alevilik bir inanç grubu olarak kabul edildi.


Türklerin en yoğun olarak yaşadığı Basel Şehir Kantonu Parlamentosu'nca Aleviliği ayrı bir inanç grubu olarak tanındı. 

Alevi derneklerince daha önce yapılan başvuru dün gece karara bağlandı. Kabul edilen başvuruya göre  Aleviler, Sünni Müslümanlardan ayrı bir grup olarak tanındı.

İsviçre’nin Basel Şehir Kantonu'nda yaşayan Alevilerin çatı dernekleri Basel ve Çevresi Alevi Kültür Merkezi ve Basel ve Çevresi Alevi - Bektaşi Kültür Birliği bu yıl kanton parlamentosuna başvurarak, ayrı bir inanç grubu olarak tanınmak istediklerini bildirdiler.

Sünni Müslümanlar ile olan karışıklığı önlemek ve kendi kültürlerine sahip çıkmak için ayrı bir inanç grubu olarak tanınmalarının gereği üzerinde duran derneklerin başvurusu, önce 14 Ağustos’ta Kanton hükümetince benimsendi. Hükümet teklifi olarak parlamentoya sunulan başvuru dün geceki oturumda kabul edildi.

Bundan böyle Basel şehir kantonunda Aleviler ayrı bir inanç grubu olarak tanınacaklar. 

(Hürriyet - http://www.hurriyet.com.tr/planet/21729566.asp / Selma GÜVEN STROPPEL)

18 Ekim 2012 Perşembe

Hollande Cezayir olaylarını ‘tanıdı’


Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, Fransa tarihinde ilk kez 17 Ekim 1961’de Paris’te kanlı bir şekilde bastırılan ve Cezayirlilerin cesetlerinin Seine nehrinden toplandığı Cezayir olaylarında devletin rolünü resmen tanıdı.


Olayları, geçtiğimiz yıl 50’nci yıldönümü anma törenlerinde cesetlerin çıkarıldığı nehre gül atarak anan Hollande, bu sene Cumhurbaşkanı olarak üç satırlık kısa bir yazılı açıklamayla tanıdı. Hollande açıklamada, “17 Ekim 1961’de bağımsızlıkları için gösteri yapan Cezayirliler kanlı bir şekilde öldürüldü. Cumhuriyet net bir şekilde bu gerçeği tanır. Bu trajediden 51 yıl sonra, kurbanları saygıyla anıyorum” dedi.

‘BU ONU 100 BİN ARŞIN AŞAR’

Hollande’ın jesti Cezayir yönetimi tarafından memnuniyetle karşılanırken, muhalefetten sert tepki gördü. UMP Grup Başkanı Christian Jacob, ‘Cumhuriyetin polisini ve cumhuriyeti suçlamak kabul edilemez” dedi. Aşırı sağcı lider Jean Marie Le Pen de, “Ne Hollande ne de Chirac Fransa’nın suçlu ya da masum olduğunu tanımak için otoritedir. Bu onları 100 bin arşın aşar” diye konuştu.

İlk kez tanınan 1961 olaylarında, sokağa çıkma yasağına rağmen Cezayir’e bağımsızlık isteyen FLN militanları gösteri düzenlemiş, polis kanlı bir şekilde bastırdığı gösterilerde öldürdüğü Cezayirlilerin bir kısmını Seine Nehri’nden atmış, ertesi gün nehirden, şişerek su yüzüne çıkan yüzlerce ceset toplanmıştı. Geçtiğimiz yılki cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy 50’nci yıl anmaları için tek bir açıklama yapmamıştı.

Yeşillerden Türkiye kökenli senatör Esther Benbassa ve arkadaşları ise Senato’ya olayların tanınması için bir yasa önerisi vermişti. Söz konusu yasanın önümüzdeki hafta Senato gündemine gelmesi bekleniyor.

(Hürriyet - http://www.hurriyet.com.tr/planet/21721680.asp / Arzu ÇAKIR MORIN)

14 Ekim 2012 Pazar

İşte bizi ayıran tel örgü


İşte bizi ayıran tel örgü

Yunanistan’ın göçmen kaçakçılığı ile mücadele çerçevesinde Meriç’te yapmaya başladığı tel örgünün ilk görüntüleri Yunan medyasında yer aldı.










TÜRK-Yunan sınırının Karaağaç bölgesinin Yeni Bosna (Nea Visi) mevkiinde temeli geçen şubat ayında atılan tel örgü projesinin önemli bölümü tamamlandı. Yüksekliği 3 metre, uzunluğu da 12.5 kilometre olacak tel örgünün ay sonunda ya da kasım ayı başlarında tamamlanması bekleniyor.

Bugüne kadar 2.5 metre yüksekliğinde ve 7.5 kilometre uzunluğunda tek örgü çekildi. AB’nin sonuç verici saymadığı için finanse etmediği ve yaklaşık 3.2  milyon euro’ya malolacak tel örgünün ilk fotoğrafları Kathimerini gazetesinde yayınlandı.


Türk firması iş aldı

Metal ve galvaniz işleri bir Türk firmasına yaptırılan tel örgüye  25 termal kamera da yerleştirilecek. Tel örgü projesi 2010 yılı sonunda açıklanmıştı. Ancak, ekonomik kriz yüzünden projenin uygulanması bir süre ertelenmişti.

Türkiye ile Yunanistan arasında Meriç sınırı yaklaşık  212  kilometre. Bunun 190 kilometreden fazlası nehir (yani su) sınırı. Tel örgü Karağaç’daki 13 kilometrelik kara sınırının neredeyse tümünü kapsıyor.

(Hürriyet - Yorgo Kırbaki - http://www.hurriyet.com.tr/planet/21692595.asp)

13 Eylül 2012 Perşembe

Yunanistan'da askerler de sokağa indi


Yunanistan'da maaş ve sosyal haklarında yapılması planlanan kesintileri protesto eden kamu çalışanlarına askerler de katıldı. Yunanistan Silahlı Kuvvetler Mensupları Destek ve İşbirliği Derneği Başkanı Tsoukarakis, “Önlemler, önlemler, önlemler... Yunan askerini ve Yunan halkını tükettiler” dedi.


Yunan Hükümeti'nin kredi karşılığı, AB  Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMFdirektifiyle 2013-2014 için yapacağı 11,5  milyar avroluk kamu harcamaları kesintisi çerçevesinde maaşlarında kesinti  yapılması planlanan kamu çalışanları protesto gösterileri düzenledi.

Atina Sintagma Meydanı'nda Maliye Bakanlığı ve parlamento önünde  yoğunlaşan ve belediye başkanlarının da destek verdiği “belediye çalışanı,  doktor ve öğretmen” gibi pek çok kamu çalışanının düzenlediği gösterilere,  devletten aldıkları sosyal yardımlarda kesinti yapılacağı belirtilen engelliler de katıldı.

Sigorta kurumunun doktor ve eczacılara geciken ödemeleri nedeniyle ilaç  ücretlerinin neredeyse tamamını ödemek zorunda kalan kanser hastaları da “Ölüm  cezası yürürlüğe girdi, kanser hastaları ilaçsız ve doktorsuz kaldı” sloganıyla  gösteri yaptı.
        
Askerlerden halkın yanındayız mesajı

Kesintiler karşıtı gösterilerin sonuncusu görevdeki ve emekli askerler  tarafından düzenlendi. Meydana aileleri ile gelen üniformalılar, eski parlamento  binasının bulunduğu Kolokotroni Meydanı'ndan Sintagma Meydanı'ndaki Maliye  Bakanlığı önüne kadar yürüdü. Üniformalıları temsilen 3 kişi Maliye Bakanlığı'na  giderek bakanlık yetkililerine taleplerini ulaştırdı.

Yunanistan Silahlı Kuvvetler Mensupları Destek ve İşbirliği Derneği  Başkanı Anestis Tsoukarakis, “İlk kez sokağa  iniyoruz. Bu şekilde daha fazla gitmeyeceğine dair güçlü bir mesaj verdiğimizi  düşünüyorum. Bu yaptığımızı yapmayıp evde otursaydık hiçbir şey yapamayacaktık.  Şu anda ilk adımımızı attığımızı düşünüyoruz. Halkla tek yumruk halinde birlik  olmak istiyoruz. Vatandaşlarla aynı sorunlara sahibiz. Yavaş yavaş Avrupa da aynı  sorunlara sahip olacak. Önlemler, önlemler, önlemler... Yunan askerini ve Yunan  halkını tükettiler. Bu önlemlerle varmak istediğimiz yere de varamıyoruz.  Önlemler adaletsiz. Onurlu Yunan halkı, bir şekilde ailesini geçindirmek için  gece gündüz çalışıyor. Birileri de gelip kazanımlarını ellerinden alıyor” diye konuştu.

“Polis ve sahil güvenlik personeli” gibi diğer üniformalıların da  bulunduğu protesto gösterisine muhalefet partileri milletvekilleri de katılarak destek verdi.

Yunanistan Kamu Çalışanları Federasyonu (ADEDY) yönetimi ise Yunanistan İşçi Sendikaları Konfederasyonu (GSEE) ile birlikte işten atılmalara ve maaş  kesintilerine karşı eylül sonu ya da ekim başı gibi ülke çapında greve gitme  kararı aldı. Federasyonların önlem paketinin açıklanacağı gün protesto  gösterileri yapması bekleniyor.

Mayıs 2010 tarihinden bu yana kredilere bağlı olan Yunanistan'da,  2013-2014 için yapılacak 11,5 milyar avroluk kesinti paketi üzerinde çalışan  Başbakan Antonis Samaras ile hükümete destek veren PASOK'un lideri Evangelos  Venizelos ve Demokratik Sol Parti DİMAR'ın lideri Fotis Kuvelis ise bu akşam  yeniden bir araya geldi.

Kredinin geciken 31 milyar avroluk diliminin serbest bırakılması için  yapılması troyka tarafından şart koşulan kesinti paketine nihai hali verilip,  paketin üç lider tarafından onaylanması gerekiyor.

5 Eylül 2012 Çarşamba

Berlin'den sünnete yeşil ışık


Berlin eyaletinde sünnetin belirli şartların yerine getirilmesi durumunda yasaklanmayacağı ve suç kapsamında olmayacağı açıklandı.


Berlin Eyaleti Adalet Bakanı Thomas Heilmann, bugün Berlin'de düzenlediği basın toplantısında, Müslüman ve Yahudi ailelerin yazılı onayı olması durumunda  çocuklarını yasal olarak sünnet edilebileceğini söyledi.
         
Heilmann, söz konusu ailelerin sünnetin olası riskleri konusunda aydınlatılmasının ve ailelerin, olası risklerin bilincinde olduğuna dair yazılı bir onayı doktorlara vermesinin önemli olduğunu ifade etti.
         
Sünnetin tüm gerekli tıbbi kurallara göre yapılması gerektiğini kaydeden Heilmann, bu kurallardan birinin yerine getirilmemesi durumunda, olası suç  unsurunun savcılık tarafından inceleneceğini söyledi.
         
Köln Eyalet Mahkemesi'nin sünneti "yaralama suçu" olarak kabul eden kararından sonra Müslüman ve Yahudi aileler, çocuklarını sünnet ettirme konusunda büyük bir tedirginlik yaşamıştı.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Altın Şafak'tan 'ilginç' yardım kampanyası


Yunanistan’da aşırı sağcı Altın Şafak (Hrisi Avgi) parlamento binasının da bulunduğu Atina’nın merkezi Sintagma meydanında halka bedava 7 ton patates, zeytinyağı, süt ve makarna dağıttı. Ancak yardımdan sadece Yunan kimliğini gösterenler yararlanabildi.


Sintagma Meydanı’nda yardım masaları kuran siyah tişörtlü partili gönüllüler, “kimliğini gösterip" Yunan vatandaşı olduğunu ispatlayan herkese bedava patates, zeytinyağı, süt ve makarna dağıttı. Bir tarafından Yunan Meclisi’nin de bulunduğu meydanda dağıtılan gıdanın 7 tonu bulduğu açıklandı. Ancak Atina Belediyesi bu tip yardımlar için Sintagma Meydanı'nın kullanılmasını yasaklamıştı. 

Daha önce sadece Yunanlılara yönelik bir kan bağışı kampanyası da düzenleyenAltın Şafak'ın yardımlarını almak için Atinalıların uzun kuyruklar oluşturduğu gözlemlendi.

31 Temmuz 2012 Salı

Yunanistan Meriç'e sınır muhafızı yığıyor


Yunanistan, Suriye’deki olaylar nedeniyle kaçak göçmen akınına uğraması ihtimaline karşı 1,800 sınır muhafızını Meriç’teki Türk-Yunan hududuna gönderiyor.


Yunanistan, Türkiye üzerinden gelebilecek Suriyeli mülteci akınına karşı sınırdaki muhafız sayısını 600'den 1800'e çıkarma kararı aldı.

Yunanistan Başbakanı Andonis Samaras ile görüşen Kamu Düzeni Bakanı Nikos Dendias, “Çok endişeliyiz. 1,800 sınır muhafızı Meriç nehrine doğru yola çıktı. Ayrıca altı tekne de Meriç’e naklediliyor. Bu sayı 26’ya çıkacak. Meriç’i kilitlemeye çalışacağız. Yunanistan'ın yolgeçen hanı olmasına bir son vermeliyiz” dedi.
Yunanistan’da sınır muhafızları Polis Teşkilatı’na (ELAS) bağlı çalışıyor.

13 Temmuz 2012 Cuma

Müslüman-Yahudi sünnet ittifakı


Almanya’da sünneti “yaralama suçu” kapsamına alan mahkeme kararı, Avrupalı Yahudileri ve Müslümanları birleştirdi. İki cemaat ortak açıklamayla kararı eleştirdi. Avrupa Hahamlar Konferansı Başkanı Pinchas Goldschmidt, “Bu karar uygulamada kalırsa, Yahudiler için Almanya’da gelecek görmüyorum” dedi.


Avrupa’nın çok sayıda Yahudi ve Müslüman örgütü, hafta boyunca AB Başkenti Brüksel’de hukukçular, tıp uzmanları ve Avrupa Parlamentosu milletvekilleriyle görüştükten sonra, Almanya’da Köln Eyalet Mahkemesi’nin çocukların küçük yaşta sünnet edilmesini “yaralama suçu” kapsamına alan geçen ayki kararını eleştiren bir ortak bildiri yayınladı. AFP, bu “sıradışı açıklama ile Yahudilerin ve Müslümanların Almanya’daki karara karşı birleştiğini” yazdı.

Avrupa Hahamlık Merkezi, Avrupa Yahudi Parlamentosu ve Avrupa Yahudi Birliği’nin yanısıra Almanya’daki Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) ile Brüksel İslam Merkezi gibi kuruluşların imzasını taşıyan ortak bildiride şöyle dendi:               

“Bu kararın temel din özgürlüğü ve insan haklarına aykırı olduğunu değerlendiriyoruz. Sünnet, bireysel inançlarımızda vazgeçilmez olan geleneksel bir ritüeldir ve bu mahkeme kararını en sert şekilde kınıyoruz. Ortak geleneğimizi sürdürme hakkımızı aktif olarak savunmaya devam edeceğiz. Alman parlamentosuna ve tüm siyasi partilere, acilen bu mahkeme kararını geçersiz kılmak için müdahale etmeleri çağrısında bulunuyoruz.”

Kararın, “soykırımdan beri Yahudilik inancına yönelik en büyük saldırı” olduğu da savunuldu.

‘Alman Anayasası korusun’
Avrupa Hahamlar Konferansı Başkanı Pinchas Goldschmidt ise Almanya’nın başkenti Berlin’de 40 hahamla birlikte basın toplantısı düzenledi. Goldschmidt, sünnetin Yahudi geleneğinin bir parçası olduğunu belirterek, “Bu karar uygulamada kalırsa, Yahudiler için Almanya’da gelecek görmüyorum” dedi.

‘Dördüncü yasak’
Köln Mahkemesi’nin 4 yaşında bir çocukta sünnet sonrası oluşan komplikasyonların ardından verdiği kararın içtihat yaratacağı öne sürülüyor. Alman televizyonu ARD’ye konuşan Haham Yitshak Ehrenberg, “Tarihte üç diktatörlükte (Çarlık Rusyası, Sovyet Rusya ve Nazi Almanyası) sünnet yasaklanmıştı. Almanya dördüncü oldu” dedi. 

(Hürriyet - Murat TOSUN / BERLİN - http://www.hurriyet.com.tr/planet/20973559.asp)

Romanya’ya AB’den büyük tehdit


Romanya’da geçtiğimiz günlerde Romanya Başbakanı Victor Ponta’nın girişimiyle parlamentonun Traian Basescu’nın cumhurbaşkanlığını askıya almasının ardından Avrupa Birliği’nden sert uyarı geldi.


Brüksel’de Romanya Başbakanı Victor Ponta ile biraraya gelen AB Komisyonu’nun Adalet Temsilcisi Viviane Reading, 2007’de birliğe üye olan Romanya’nın hukuk devletini tesis etme yolunda somut adımlar atmaması durumunda olumsuz sonuçlarla karşılaşacağı uyarısında bulundu. 
Romanya’nın Schengen Bölgesi’ne katılımının engelleyebileceğini, ayrıca Romanya’daki yargı sistemi üzerinde Komisyon’un devam eden denetiminin yıllara sarkabileceğini söyleyen Reading, “Romanya’daki ilerlemeleri tartışmalı hale getiren gelişmeleri büyük bir tehlike olarak görüyorum” dedi. 

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Srebrenitsa katliamın kurbanlarını anıyor


Bosna Savaşı sırasında en büyük acının yaşandığı Srebrenitsa, soykırımın 17. yıl dönümü nedeniyle yapılacak anma törenlerine hazır.
Srebrenitsa’ya 11 Temmuz 1995’te giren Ratko Mladiç‘in komutasındaki Çetnik güçleri 8 binden fazla Boşnak erkeği katletmişti. Savaşın üzerinden yıllar geçti ancak acılar hala çok taze.
“Ölüm yolu yürüyüşü“ne katılan 7 binden fazla kişi Srebrenitsa’daki Potoçari Anıt Mezarlığı’na vardı:
“İnsan haklarının en eskisi, onurlu bir cenaze töreni yapmak ve rahmetli olmuş akrabalarımızdan kalan bir hatıraya sahip olmaktır. Bu yüzden, soykırımdan kurtulanlarla ve Srebrenitsa halkıyla dayanışma içinde olduğumuzu göstermek için Srebrenitsa’ya geldik.”
Bu yıl düzenlenecek anma töreninde, soykırım kurbanlarından bir süre önce kimliği tespit edilen 520’sinin cenazesi Potoçari Anıt Mezarlığı’nda toprağa verilecek.

31 Mayıs 2012 Perşembe

Bir Soğuk Savaş Ürünü Olarak Eurovision Şarkı Yarışması


20 Mayıs 2012 Pazar akşamı NTV kanalında “Eurovision’un Gizli Tarihi” adlı BBC yapımı bir belgesel yayımlandı. “Gizli” denilen ve belgeselde de ana hatlarıyla bahsedilen, Eurovision’un bir Soğuk Savaş –tam olarak bu kelimelerle olmasa da- ürünü olduğuydu. Yarışma, Batı Avrupa ülkeleri devlet televizyonlarının oluşturduğu yayın birliği tarafından ilk kez 1956’da düzenlendiğinde ABD ve SSCB arasında bütün şiddetiyle bir Soğuk Savaş yaşanıyordu. Belgesele göre yarışmanın amacı, Batı’da “işlerin yolunda ve herkesin mutlu olduğunu” Doğu Avrupa’ya göstermekti. Orta ve üst sınıfa hitap eden yarışma o dönemin şartlarında görsel bir şölen sunuyordu. Batı’da sadece belli bir kesimin değil herkesin tüketici olduğunu göstermeye çalışırken, “perhiz yapan insanın önünde kebap yiyen görgüsüz” misali Doğu’yu kıskandırma mücadelesi veriyor, Doğu’nun Batı’daki hayata öykünmesi için elinden geleni ardına koymuyordu. Doğu Avrupa’nın Eurovision’a alternatif olarak Polonya’da 1961’de düzenlemeye başladığı Sopot Müzik Festivali, Eurovision’un popülerliğine yetişememişti. Doğu Avrupa ülkeleri Eurovision yayınının izlenmesini engellemeye çalışıyor ama yine de bu ülkelerde Eurovision hayranlığının oluşmasının önüne geçemiyordu. Hatta SSCB’de Gorbaçov’un Glasnost (Açıklık) politikası işlerlik kazandığında halkın Eurovision Şarkı Yarışması’nı izlemesini engelleyecek bir şey de kalmamıştı. Batı, popüler kültürü ile Doğu’ya saldırmış ve başarılı da olmuştu.   
 
Açıkçası belgeselde anlatılanlar, küçüklüğünde ya da gençliğinde heyecanla bu yarışmayı izleyenleri, (benim gibi) Eurovision Şarkı Yarışması ile arasında nostaljik bir bağ kuranları hayal kırıklığına uğratacak cinstendi. Bununla birlikte, anlatılanlar, “hadi canım, olur mu öyle şey” denecek, akla mantığa uymayacak türden şeyler de değildi. Bu noktada şu soruyu sormak gayet yerinde olurdu. Eurovision Şarkı Yarışması, Batı’nın SSCB ve Doğu Avrupa’yı popüler kültürüyle “vurmaya çalıştığı” bir silah ise Türkiye bu silahın neresinde duruyordu? Bir kere Doğu Bloku ülkesi olmadığından önünde durmadığı kesindi. Arkasında durduğunu söylemek de güçtü. Zira sosyal, ekonomik ve kültürel olarak Batı’yla aynı noktada olmadığı için ortak herhangi bir şey ihraç etmesi düşünülemezdi. 1975’ten itibaren yarışmaya katılmaya başlayan Türkiye, Doğu Bloku gibi silahın tam önünde durmuyordu ama her nerede duruyorsa serseri kurşunlarına hedef oluyordu. Eurovision Doğu Avrupa’da ilgi görmüştü. Batı’ya, müziğine, popüler kültürüne, yaşam tarzına ilgiyi artırmıştı. Hatta Doğu Bloku’nun çözülmesine yardımcı olmuştu. Peki Türkiye’ye etkisi nasıl olmuştu?
 
Eurovision’un Türkiye’de etkisi iki şekilde görülmüştü. Birincisi, modernleşme sürecinde yönünü Batı’ya çevirmiş bir ülke olarak, onun popüler kültürünü, yaşam tarzını -Doğu Avrupa ülkeleri gibi gizliden gizliye değil- rahat bir şekilde takip etme fırsatı bulmuştu. Eurovision Şarkı Yarışması, Türkiye’ye, hem katıldığı yıllarda dans ve kostümlerle birlikte Batı müziğinden örnekler sergilemesine hem de Türkiye’de popüler müziğin gelişmesine olumlu katkı sağlamıştı.[1] Belki de Batı’nın Eurovision’la Doğu Avrupa ülkelerine empoze etmek istediği –Batı tipi veya Batı’ya öykünen müzik ve yaşam tarzı- serseri kurşunlar biçiminde Türkiye’ye isabet etmişti. İkincisi, yarışma Türkiye’de, Batı’ya –Doğu Avrupa ülkelerinden farklı olarak- olumsuz bir bakış açısı doğurmuştu. Bu, şüphesiz yarışmalarda alınan kötü derecelerden kaynaklanmıştı. 1975-1991 yılları arasında alınan en iyi derece 1986’da Halley şarkısıyla Klips ve Onlar grubunun elde ettiği dokuzunculuktu. Başarısız sonuçlar, Türkiye’nin katıldığı şarkılardan ziyade toplumun Türk ve Müslüman kimliğine, Hristiyan Avrupa’nın dışlayıcı tavrına bağlanmıştı. Buna bir de 1989’da Avrupa Topluluğu’na üyelik başvurusunun reddedilmesi de eklenince Avrupa’ya karşı duyulan soğukluk, yarışmaya küskünlüğü getirmiş,[2] 1992’den 2003’e kadar, -1997’deki sürpriz üçüncülüğe rağmen- deyim yerindeyse Türkiye’de Eurovision unutulmuş, yok sayılmıştı. Kasım 2002’de iktidara gelen ve Avrupa Birliği’nden tam üyelik için müzakere tarihi almayı hedefleyen AKP, Türkiye’nin Avrupa’daki imajına büyük önem vermiş, Eurovision’u da etkili bir tanıtım platformu olarak görmüştü. Eurovision politikasında değişikliğe giderek, 1992’den beri Türkiye’den amatör şarkıcıların gittiği yarışmaya 2003’te Sertab Erener gibi ünlü ve güçlü bir sesi –öyle ulusal final de yapmadan- gönderme kararı almıştı. Yarışmada Türkiye, tarihinde ilk kez birinci olunca ülkede Eurovision’a yeniden ilgi duyulmaya başlanmıştı. 1990’lı yıllarda Eurovision’u küçümseyen, zaman kaybı olarak gören şarkıcılar ulusal elemede kaybetme riski olmadan gelen Türkiye’yi temsil etme teklifine balıklama atlıyor, yarışmayı kariyerleri için Avrupa’ya açılan bir pencere olarak görüyorlardı. Fakat toplumda, Eurovision’a olan ilginin aynı oranda Doğu-Batı ayrımın kalmadığı Avrupa’ya da olduğunu söylemek güçtü. Sonraki yıllarda alınan yüksek dereceler ulusal gurur kaynağı olarak milliyetçi duyguları kabartırken olumsuz ya da yetersiz derecelerin sebebi olarak, bize “biz” olduğumuz için ya da her ne sebeple olursa olsun bir türlü oy vermek istemeyen belli ülkeler veya birbirini kayıran komşu ülkeler gösterilmişti. Yarışmaları sunan Bülend Özveren sadece hangi ülkelerin hangi ülkelerle komşu olduğunu ve bu yakınlık temelinde oy verdiğini anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda siyasi analizleri ile deyim yerindeyse “Türk düşmanlarının” kolaylıkla ifşa edilmesine yardımcı oluyordu. Yarışmaya milliyetçi bakış açısı, kendi içerisinde çelişkiler de barındırmıyor değildi. Milliyetçi yaklaşım, örneğin 1979’da 21. Peron adlı grubuyla İtalyan asıllı Maria Rita Epik’in,[3] 2012’de Musevi asıllı Can Bonomo’nun Türkiye’yi temsil etmesini sorun etmiyordu. Milliyetçi bakış açısının diğer çelişkisi dil konusunda oldu. Yarışmaya Türkçe şarkılarla katılma kararlılığından ilk taviz 2003’te Sertab Erener’in “Every Way That I Can” şarkısıyla değil, 1980’de bizim “Petrol” olarak bildiğimiz “Pet’r Oil” şarkısıyla verildi. Ardından 1982’de Neco “peşimden koşanlar nerde hani” derken biraz da “hani”yi Avrupalıların “honey-tatlım” şeklinde algılamalarını amaçlıyordu. Ardından 1986’da Klips ve Onlar grubu “Halley” şarkısıyla birkaç dilde Avrupalılara selam göndererek sempati toplamaya çalışıyordu. 2003’ten sonra Türkiye ekseriyetle İngilizce şarkılarla yarışmaya katıldı. Amaç daha çok insana ulaşmak ve oy toplayarak iyi bir derece almaktı. Yine de bu her yıl, şarkı İngilizce mi olsun Türkçe mi olsun tartışması yapılmasına mani olmuyordu.
 
Türkiye’deki etkisini bir kenara koyarsak, sonuçta Eurovision Şarkı Yarışması belgesele göre hedefine ulaşmıştır. Soğuk Savaş sonrası da varlığını ve etkisini daha da artırarak devam ettirmektedir. Üstelik Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya da bu yarışmaya katılmaktadır. Son on yılda organizasyon, hafif müzik beste yarışmasından Soğuk Savaş dönemini mumla aratacak biçimde kapitalist ruhlu görsel bir şova dönüşmüştür. Müziğin evrenselliğinin binlerce insanı barış ve dostluk sloganlarıyla her yıl bir araya getirmesi ise bu olumsuz görüntüye en büyük teselli kaynağıdır. 
 


[1] Avrupa’da sevilen yabancı şarkıların Türkçe versiyonlarının yapılması popüler müziğin gelişimine ivme kazandırmıştır. Bazı Eurovision şarkıları da yabancı şarkılara Türkçe söz yazılarak piyasaya sunulması furyasından nasibini almıştır. Örneğin 1973 birincisi Ann Marie David’in  “Tu te reconnaitras” adlı şarkısını, Nilüfer yine aynı yıl “Göreceksin Kendini” adıyla, 1975’in birincisi Teach-In grubunun "Ding-A-Dong” adlı şarkısını, Füsun Önal yine aynı yıl “Söyleyin Arkadaşlar” adıyla seslendirmiştir.
[2] Küskünlüğün sebebi olarak özel kanalların yayına geçmesi ve halkın kendini mutsuz eden Eurovision yerine farklı kanallarda farklı eğlence programlarına ilgi göstermeyi tercih etmesi de söylenebilir.
[3] Ne var ki, Maria Rita Epik & 21. Peron 31 Mart 1979’da İsrail’de düzenlenen yarışmaya katılamamıştır. Zira, 26 Mart 1979’da Mısır ve İsrail arasında imzalanan barış antlaşmasının Arap dünyasında tepki çekmesi ve yarışmanın Tel-Aviv’den Kudüs’e alınması üzerine Arap ülkeleriyle ilişkilerini bozmak istemeyen Türkiye son anda yarışmaya katılmaktan vazgeçmiştir.

(Umut Bekcan 23.05.2012 - Birikim - http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=849)

29 Mayıs 2012 Salı

Mezuniyet töreninde evlilik teklifi sürprizi


Okan Üniversitesi’nin mezuniyet töreninde kız arkadaşına evlenme teklif eden öğrenci, ”evet” yanıtını aldı.

Okan Üniversitesi’nden yapılan açıklamaya göre, üniversitenin Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu Muhasebe ve Finansal Yönetim Bölümü mezunu Emirhan Zincirkıran, aynı üniversitenin Endüstri Mühendisliği Bölümü’nden geçen yıl mezun olan kız arkadaşı Merve Yardımcı’ya evlenme teklif etti.

Zincirkıran, 1623 öğrencinin mezun olduğu törende yaptığı konuşmada, hayatı boyunca hep babasını örnek almaya çalıştığını belirterek, ”Babam bana iyi bir hayatın iyi bir eğitim ve iyi bir eş ile mümkün olabileceğini söylemişti. Ben bunların hepsini okulumda buldum. İçinizde biri var ki, hayatımdaki en önemli varlık. Huzurlarınızda, hepinizin karşısında kendisine sormak istediğim çok önemli bir soru var” dedi.

Daha sonra kalabalığın içinde oturan kız arkadaşı Merve Yardımcı’nın ayağa kalkmasını isteyen Zincirkıran, cebinden tek taş yüzük çıkartıp ”İyi günde, kötü günde, hastalıkta, sağlıkta, ağzımızda diş kalmayana kadar bir ömür elimi tutmaya var mısın? Benimle evlenir misin?” diye sordu.

Aldığı evlilik teklifinin ardından sahneye çıkan Merve Yardımcı ise ”evet” diye bağırdı. Cebinden çıkardığı tek taş yüzüğü kız arkadaşının parmağına takan Zincirkıran’ın törene getirdiği kemancı ve darbukacı da törene katılanlara eğlenceli dakikalar yaşattı.

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Euro krizi gölgesinde G8


Dünyanın en sanayileşmiş ülkeleri G8 zirvesi için ABD'de buluştu. Zirveye Euro krizine ilişkin tartışmaların ağırlığını koyması bekleniyor. Liderler, büyüme ve istikrar politikalarına bağlı olduklarını söylüyor.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama, Washington yakınlarındaki Camp David'de dünyanın en sanayileşmiş ülkelerinin oluşturduğu G8'in liderlerini ağırlıyor.


ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya, Rusya, İtalya ve Kanada'nın oluşturduğu G8 grubu liderlerinin katılımıyla düzenlenen dünkü akşam yemeğinde İran ve Kuzey Kore'nin nükleer hedefleri gündeme geldi, Suriye'deki şiddet olayları tartışıldı.

Amerikalı yetkililer, İran dahil bir çok konuda genel bir fikir birliği sağlandığını söylüyor.

G8 liderleri kendi ifadeleriyle 'tahriklerine devam etmesi halinde' Kuzey Kore'ye yönelik tecrit uygulamasını ilerletmeyi düşünüyor.

Liderler İran konusunda da barışçı bir nükleer politika izlediğini kanıtlama sorumluğunun Tahran'da olduğu görüşünde.

ABD başta olmak üzere Batılı devletler İran'ın nükleer silah geliştirme hedefi olduğunu savunurken Tahran bu iddiaları reddediyor.

Suriye konusunda da Amerikalı bir diplomat, BM'nin desteklediği barış planına bağlı kalındığını ve sürecin izlenmekte olduğunu belirtti.

BBC'nin Washington'daki muhabiri Steve Kingstone, zirvenin en dolambaçsız aşamasının dünkü akşam yemeği olduğu görüşünde.

Ancak asıl tartışma konusu, Euro krizi.

G8 liderleri Yunanistan'da bir felaket yaşanacağı korkusunu, ülkenin Euro'yu terkedip drahmiye geçebileceği söylentileri karşısında Yunanlıların bankalardan çektikleri tasarrufların 700 milyon Euro'yu bulmasını ele alıyor.

Son olarak İspanya'dan gelen karamsar haberler de liderlerin gündeminde. Kredi derecelendirme kuruluşu Moody's de bir kaç gün önce 16 İspanyol bankasının notunu düşürdüğünü açıklamıştı.
Kimi çevreler, 2011 sonbaharında Avrupa'da bankacılık sistemini çökme aşamasına getiren krize geri dönülüyor olabileceği kaygılarına dikkat çekiyor.

Başkan Obama ile Fransa'nın yeni cumhurbaşkanı François Hollande zirve öncesi yaptıkları görüşmede, çabaların ekonomik büyümeye yoğunlaştırılmasını istedikleri yolunda ortak görüş belirttiler.

Obama, Avrupa'daki borç kriziyle mücadelenin olağanüstü önem taşıdığının altını çizdi.
İngiltere Başbakanı David Cameron, derhal harekete geçilmesi gerektiği yolunda bir eğilim oluştuğunu vurguladı.

Camp David'deki BBC muhabiri, Başkan Obama'nın G8 için sağladıkları rahat ve gayrıresmi ortamın bir anlaşma sağlanması için zemin oluşturmasını umduğunu söyledi.

Tasarruf mu büyüme mi?
Hollande ve kriz sürecinin önemli oyuncularından Almanya'nın başbakanı Angela Merkel gibi eski ve yeni bir çok lider, zirve süresince çeşitli çözümler önerecek. Hollande, seçimleri ekonomik büyümeye yoğunlaşma vaadiyle kazandı. Karşısında ise Merkel'in savunduğu sıkı bütçe disiplini var.
G8'e ev sahipliği yapan Washington ise herhangi bir sürtüşmeyi aşmaya kararlı görünüyor.

Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi'nden Heather Conley, BBC'ye yaptığı açıklamada "Başkan Obama, tasarruf ve büyüme cepheleri arasında bir tartışma ortamından mümkün olduğunca kaçınmaktan yana." diye konuştu.

Bölge muhabirlerimiz Barack Obama'nın G8 zirvesini büyük olasılıkla Kasım ayındaki başkanlık seçimleri öncesi, küresel liderlik sergileme fırsatı olarak gördüğüne dikkat çekiyor. Ne var ki Euro krizi, G8 dinamiklerini değiştirmiş ve baskı yaratmış durumda. Uluslararası piyasalar da dünya liderlerinden somut adımlar bekliyor.

Cumartesi akşamı G8 zirvesi ardından liderlerin pek çoğu Chicago'ya geçerek Pazar ve Pazartesi günleri çok daha büyük bir uluslararası topluluğun temsil edileceği NATO zirvesindeki yerlerini alacak.

NATO zirvesinde de ağırlıklı olarak Afganistan'ın tartışılması bekleniyor.

(BBC Türkçe - http://proje.hurriyet.com.tr/bbcnews/bbcviewEkonet.aspx?HaberID=17411023&habertip=planet)